Netflix’in en başarılı Marvel dizisi Daredevil 19 Ekim’de tüm dünyayla birlikte ülkemizde de yayınlandı. Uzun zamandır yeni sezonunu bekliyorduk ve yeni sezon öncesi çekilen Defenders dizisi ne yazık ki tam bir hayal kırıklığıydı. Evet, belki tüm kahramanları tek bir dizide toplayarak Avengers serisinin dizi ayağını oluşturmak istediler ama dizi vaat edilen gibi bir kalitede değildi. Neyse konumuz Defenders değil ama Daredevil’ın üçüncü sezonu Defenders’ın finalinden sonraki süreçle başlıyor. Midland Circle’de hayatta kalmayı başaran Matt Murdock herkese kendisinin öldüğünün izlenimini verip çocukken kaldığı kiliseye sığınır.
İlk bölümlerde aslında seyirci olarak alışık olmadığımız bir Daredevil izledik. Matt sürekli bir sorgulama içinde ve Tanrı’nın olmadığına inanıp tamamen kinli bir şekilde eski kostümüyle Daredevil olarak sokaklarda gezerken, Matt Murdock kimliğinden sıyrılmak için elinden geleni yaptı. Karen ise Matt’in öldüğü asla kabul etmez ve geri dönecekmiş gibi sürekli Matt’in kirasını, faturalarını öder. Foggy ise avukatlık ofisindeki işine devam eder ama Matt’in yokluğu onu çok üzmektedir. Karakterlerimiz kendi iç dünyalarında yaşam mücadelelerini verirken Wilson Fisk, eski düşmanımız hapishanede boy gösterir ve kendi kurduğu planların ışında tanıklık ederek bir şekilde dışarı çıkar ve şehri tekrar ele geçirmek için her yolu dener. Üçüncü sezonun güzel yanlarından biri de diziye yeni katılan FBI Ajanları, rahibe, savcı, Foggy’nin ailesi gibi alışkın olmadığımız karakterlerin hikayeye dahil olması…
Bu sezon Fisk yani nam-ı diğer KingPin o kadar zekice ve başarılı adımlarla planlarını uyguluyor ki hayran olmamak elde değil! Hem gergin hem de sabırlı bir bekleyişle tam bir kurtuluş bekleyen Fisk’in aslında yegane amacı başkaydı. Biricik sevdiği, hayatının anlamı, aşk kelimesinin karşılık bulduğu kadını, Vanessa’yı yanına getirebilmek. Yaptığı her şey onun ve ikisi için aslında. On üç bölüm süren bol rekabetli bu macerada Wilson Fisk hep yarım hissediyor kendini, eksik parçası Vanessa ve benim şehrim dediği New York… Vanessa’nın ona aşkla hediye ettiği tabloyu almak serbest bırakılınca yaptığı ilk iş oluyor. Tabloyu alamayan Fisk o baktığı beyaz duvar gibi hep eksik kalıyor. Vanessa geliyor sonrasında tablo da geliyor ama ilk baştaki gibi aşkla alınmayan bir tablo Fisk için eksiklik yerine tehlikeye dönüşüyor.
Bu sezonun iki sürprizi vardı biri FBI Ajanı Nadeem ve yine FBI Ajanı Poindexter. İkisi de kendi mesleklerinde en iyisini yapmak isteyen iki çalışan ama Dex çocukken yaşadığı sorunların yaralarını hala taze taşıyan bir karakter olduğu için yanlış yollara çok rahat sapabiliyor. Şiddete meyilli hali, agresifliği ve tutarsız davranışlarıyla Fisk için biçilmiş bir kaftan haline bürünüyor. Ajan Dex’i salt kötü, psikolojik sorunları vardır diye düşünürken ona ait flashbackler sayesinde aslında ne kadar iyi oluşturulmuş bir karakter olduğunu görüyoruz. Eline geçen her objeyi bir silaha dönüştüren acımasız kötü karakterimizin geçmiş hikayesi ve geldiği süreçleri anlatan o flashbackler dikkat çekiciydi. Şu ana kadar yapılmış en iyi geçmiş sahnelerinin arasına girer. O sahnelerin sinematografisi, sesleri, ışık kullanımı çok başarılıydı.
Karen Page bu sezon ne konuştu derseniz şu iki cümle ile özetleyebiliriz. “Özür dilerim. Benim hatamdı.” Tüm sezon boyunca Karen hiç yerinde durmuyor ve sürekli birilerine atıp tutarken kendi de o kadar saçma davranışlar, eylemler sergiliyor ki bu sezonun günah keçisi kesinlikle Karen… Her bir davranışı çevresindeki herkesi etkiliyor ve bunu bile bile yapmaya devam etti sezonun sonuna kadar. Ben ilk sezonda nasıl gıcık olduysam bu sezonda da ona hep gıcık olarak onun sahnelerini izledim. Bu sezon üçlü arasında en çok kafası çalışan isim Foggy’di. Hep inandığı şeyler uğruna sağlam adımlarla ilerledi, çevresindeki herkese yardım edebildi ve baya baya savcı adayı oldu hatta az kalsın savcı olacaktı!
Ve Matt… Onun Tanrı’yı sorgulaması, yaşadığı olaylara karşı bakış açısının sertleşmesi, inancının sarsılması ve annesini bulması… Bu sezon çöküş üzerine çöküş yaşadı. Yine yarı güçlü ve yarı güçsüz olarak tüm sezon boyunca dövüştü. “Ah Matt yine mi!” dediğimiz çok sahne olsa da ne yapalım seviyoruz biz siyahlı Daredevil’ı… Yer yer çok güçsüz olsa da önceki sezonlara göre dövüş teknikleri de çok daha iyiydi ve bazı hareketleri ekranda çok başarılı duruyordu.
Son olarak…
Dizinin dövüş sahnelerinden konu açılmışken uzun ve tek plan çekilmiş yaklaşık on dakika süren bir dövüş sahnesi dizinin yıldızıydı. Aslında bu sezon çok fazla dövüş sahnesi izledik, içinde Daredevil olsun olmasın hepsi de gayet iyiydi. Özellikle Dex’li sahneler yok artık dedirten cinsten iyiydi. Evet, dövüş sahneleri fazlaydı ama Daredevil’ın güzel yanı sadece dövüşen ve onları yenen bir süper kahraman dizisinin ötesinde alt metinlerini başarılı bir şekilde seyircisine ileten, her zaman bir şekilde “iyiyi” bulan bir dizi olmasıydı.
Bu sezon ilk iki sezon kadar başarılı ve kendisinden bir şey kaybetmeyen bir dizi izledik. Senaryo, çekimler, oyunculuklar çok başarılıydı ama üçüncü sezonun teknik olarak en başarılı şeyi ne diye sorarsanız da kesinlikle ses öğesi derdim. Özellikle de Matt’in bir kulağının sağır olduğu zamanki buğulu sesler, Dex’in sinek vızıltıları tek kelimeyle mükemmeldi.
Dördüncü sezon gelir mi gelmez mi bilinmez ama üç sezon boyunca oluşturduğu çizgiden çıkmayan başarılı bir Daredevil keyfi sizi bekliyor. Elbet absürtlükler de var ama göz ardı edilebilen cinsten. Sindire sindire izlemeniz tavsiye edilir.
[zombify_post]